Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bak

Resim
Hadi yazalım. Dokunalım ruha. Ruhun belirsiz çizgileri ile sevişelim. Adımız yürüsün her bir çizginin üstünde, dengesizce ve acemi bir şekilde. Ruh savaşmak için gün sayıyorken attığımız adımlarda düşebilecek olma ihtimalimizi düşünmeyelim. Günler geçiyor ve geri dönmeyi düşündüğün her an aslında sona yaklaşıyorsun. Ruhun her geçen gün teslimiyete yürüyor ve sen ufak bir duraksama yaşadığın an koşmaya başlıyor. Hisset. İçindeki amacı hisset. Ne için buradasın? Neden yaşıyorsun ve aslında asıl soru gerçekten yaşıyor musun? Bir baksana etrafına. Hangimiz yaşıyoruz? Lütfen kaçma ve cevap ver. Kim neden yaşadığını ve ne yaptığını farkında? Hisset. Yaşıyorken ölen bedenlerin arasında durma. Kaç oradan. Bir sebep ya da amaç bulmak çok zor biliyorum çünkü bende kaybolanlardanım. Yürümekten yoruldum ama hala arıyorum. Uzun zamandır yazamıyorum o yüzden de okuyorum. Kısa bir süre öncesine kadar sadece yazmak, okumadan günler ve aylar geçirmek istiyordum. Daha sonra

Acımasız Seçim

Resim
Adım adım ilerliyorsun. Önce sadece bir kelime yazıyorsun ve sonra bir bakmışsın sayfalar ruhunla dolmuş, kaleminin mürekkebi geceyle karışmış. Kapkara olmuş gecenin içinde kaderin. Ne sesin kalmış konuşacak ne de nefesin kalmış içine çekecek. Dert çekmişsin nefes niyetine. Yazdıkça yazmışsın ama hayaller gözünün önünden gerçekliği almış. Gözlerini hayale kapatsan olmaz kapatmasan acı hep devam edecek. Ne demişler; umut işkenceyi uzatır. Peki asıl işkence umutsuz kalmış ruhuna akan mürekkep ise gözler kapanmalı mı rüyalara? Ruhun acı çekerken yazmaya devam etmek için içinde çırpınıp duran kuşları mürekkebin boğuyorsa damlalarıyla nasıl akıtabilirsin kağıda içindeki acıyı? Kalbin ve ruhun kurtulmak için beklerken onlara beklemelerini nasıl söylersin? Hadi şimdi söyle, ruhunu acıya mı hapsedersin yoksa kuşların ölümüne gözünü mü yumarsın? Söyle hadi. Sırf içinde bir şeyler hareketlensin diye ruhunu hapsetmek doğru karar mı? Bağır. Çağır. Ağla. Elbet do

Süreli Kayboluş

Resim
Kayboluyorum. Sayfaları çevirdikçe, kelimelerin oluşturduğu cümleleri okudukça soyutlanıyorum oturduğum koltuktan. Kitaptaki karakter ben oluyorum, onun yaşadıkları benim yaşadıklarım oluyor. O hüzünlendikçe hüzünleniyorum, o utanınca utanıyor, o korkunca korkuyorum. Anlatılan her duyguyu içimde hissediyorum. Karakterin aşkı öyle bir anlatılıyor ki kitaptaki bir karaktere aşık oluyorum. Onu düşünüyorum. Öyle bir yanlış anlaşılma oluyor ki sinirimden yerimde duramıyorum. Ölüm öyle bir anlatılıyor ki gözlerim buğulanıyor, kitabı hıçkırıklar eşliğinde ağlamak üzere kenara bırakıyorum. Okudukça yaşıyorum. Yaşadığım süre boyunca okuyorum. Eksik duygularımı kitaplarda yaşıyorum. Kitaplarda yüzlerce kez aşık oldum, terk edildim, hastalandım, düştüm, kalktım, yenildim, kazandım, hikayem bazen mutlu bitti bazen ise mutsuz. Hep bir şekilde bitti. Gerçeklik bitmeden kitaplar bitti. Kitaplarla gerçeği ayıran en önemli özellik belki de buydu. Her kitabın sonu ölüm değildi ama ki

Durağan

Resim
beş ekim iki bin on sekiz   Durmak. Durdurmak. Durdurulmak. Ve durduramamak. Elinden bir şey gelmeyişi insanı nasıl etkiler? Kendini kontrol edememek ne kadar huzursuz eder insanı ya da etmediği bir an var mıdır? Mesela size hiç oldu mu merak ediyorum. Hayal edin. Odanızdasınız ve yatağınızda otururken karşınızdaki duvarı izliyorsunuz. Bomboş bir duvar ve bomboş bir zihin. Sadece duvar ve siz. Duvarın görüntüsünden başka zihninizde bir şey yok. Zaman geçiyor. Adı koyulamayan düşünceler sinsice zihninize yaklaşıyor. Düşüncelerin hiçbiri birleştiğinde bir anlam ifade etmiyor ama arasından ayıklayıp odaklanmak çok zor. Duruyorsunuz. Bir dürtü. İçinizden gelen bir şey. Ve aniden gülmeye başlıyorsunuz; durmaksızın, durdurulamaz bir şekilde ve kahkahalarla. Nedir bu? Herkesin kahkahalarla güldüğü bir cümleye ufak bir tebessüm eden insan, neden tek başına oturup duvara bakarken kahkaha atar? Bu koca boşluktan ibaret hayatında onu bu kadar güldüren ne olabilir? Dürtü. İ

Duygusal Döküntü

Resim
Atış serbest. Gönder gelsin . Yıllardır bu cümlelerle yaşarken gerçeklere gözümü kapatmışım. Doğru ya da yanlış bakmamışım. Sonuçta savrulacağım yeri ya da kendimi hangi yola sürüklediğimi umursamamışım. Gitmişim sadece. Görmeden, bilmeden, dokunmadan hatta belki de hissetmeden. Git, demişim. Beni bırakan birine değil, kendime. Kendimi kendimden kovmuşum. Uzaklaşmak için çabalamışım. Bende ben kalmamış. Ne kendim ne başkası olmuşum, boşlukta salınıp durmuşum. Yalnızlaşmışım ama fark etmemişim. Etrafımdakileri görmemişim. Güçlü olduğumu anlatmak istemişim dinlemeyen insanlara ama kabullenmemişim başımda dert olmadığını. Dertsiz insan kolayca güçlü rolü yapabilir ama asıl gücünü dertlenince anlar. Ben güçsüzüm. Kabul ediyorum. Kabul ediyorum, gece yastığıma kafamı gömüp ağladığımı ve kabul ediyorum koskoca bir yalancı olduğumu. Biliyorum ki ne zararım varsa hepsi kendime. Kendimi vurdum ben. Başkasını düşündüm ya da düşünmedim ama tüm iğneleri kendime batırdım.

Arayış

Resim
Hep bir kurtarıcım olması gerektiğine inandım. Sanki her derdim biri beni kurtarsın diye vardı ve sanki her derdimi kurtaracak tek bir kişi vardı. Bekledim durdum aylar boyunca ve belki de yıllar boyunca. Gözlerim sürekli birini, daha tanımadığı birini arıyordu. Biri gelmeliydi ve beni çekip almalıydı ışığını bulamadığım karanlık odadan ya da sadece ışık olmalıydı, karanlığımı aydınlığa çevirmeliydi. Derdime derman, nefesime oksijen olmalıydı. Ellerimden tutup gözlerime bakarak huzur olmalıydı. Yanan kalbime su döken olmalıydı. Sonuçta elbet biri beni kurtarmalıydı. Biri, beni çekmeliydi bu cenderenin içinden. Sonra adını koyamadığım bir şey oldu ve ben fark ettim: Gelen birini göremeyecektim. Çünkü beklediğim kişi içimde bir yerlerdeydi. Ben kendimi arıyor, kendimi bekliyordum. Kendimi kurtaracak kişi yine kendimdim. Benim önce kendimi bulmam, kendime yardım etmeyi öğrenmem ve daha sonra elimi tutup bana yoldaş olacak birini beklemem gerekiyordu. Bu dünyada